Bir yaşanmış öykü paylaşayım sizlerle…


Daha on altısına girmemiş bir çocuk. Anadolu bozkırında acayip pedal basıyor. Buğday benizli çocuğu takıma alıyorlar ihtiyaçları var. Birkaç antrenman  ve kentte yarışların ardından onu  başkente götürüyorlar.
Yaşamında ilk defa Ankara’ya gidiyor. Yani kentinden çıkıyor…
Ankara da otele yerleşilmesinin ardından yemeğe çıkılıyor. 
Kısıtlama yok. Dilediğini yiyebilmenin keyfini çıkarıyor.
Yemek sonrası dolaşıp yürümeye başlıyor.  Fazla gelen yemeği eritmek adına! Sokaklar da kendince işaretler  düşünerek ilerliyor. Öyle uzun yürüyor ki  bir parkın ortasında. O bilmiyor orasının ne olduğunu. “Gençlik Parkı”dır oysa.  Yürüyor yürüyor yürüyor.  Sonra  geldiği yoldan işaretlerini im koyduğu yerleri gözeterek dönüyor.  Otel yapısına  vardığında tüm yöneticiler orada  bekliyor.  Hepsi öfkeli; “Neredesin çocuk?” dediklerinde, “Çok yemek yemiştim yürümeye çıktım” diye yanıt veriyor.
İçeri alıyorlar ama sorular bitmiyor. 
O mahcup, utangaç Anadolu çocuğu, “Ata binen adamın oradan döndüm!” deyince kahkahalar kopuyor. 
O da şaşkındır aslında.   "Niye gülüyorlar, ne yaptım ben?" Diye düşünüyor.
Oysa gittiği yer Ulus meydanı ve  “Ata binen adam” dediği de Atatürk anıtıdır.
Bu  memleketinden başka yer bilmeyen  saf Anadolu çocuğu yıllar sonra  2 kez  Cumhurbaşkanlığı Turunu kazanacak  sporcu Seyit Kırmızı’dır. Ve yine bilmeniz  gerekiyor o yaşlarda evlidir... 
Seyit Hoca’dan özür dileyerek bu satırları yazıyorum;
O yaşamında ne başarısını ne yenilgisini anlatmış biri değildir.  Ve bisiklet yaşamı boyunca onun rakipleri bile olamayacaklar onu “KÖYLÜ” diye anmakta bir behis görmemişlerdir. 
Bunlardan biri de Federasyon başkanı Erol Küçükbakırcı dır.
Hiç düşündünüz mü Konya Bisiklet İl Temsilcisi olan Seyit kırmızı neden  istifa etti diye?
Elbette düşünme mişinizdir.
O hayatını adadığı hiçbir insanı yalnız bırakmamıştır.
Yine bilmediğiniz bir olayı paylaşmak istiyorum  bisikletseverlerle;
1970’li yıllar.  Konya bisiklette bir numara. Milli takıma seçilmişiz. Hocamız Seyit Kırmızı.
Antrenman dönüşü onun görevinden alındığını duyduk. 
Şok olmuştuk. 
Rahmetli takım arkadaşım Levent Düzen ile birlikte düşünüp buna tepki konması gerektiğine karar verdik. 
O dönemler siyasi dönemlerdi belimizde silahla antrenmanlara gidiyorduk. Hayat meselesiydi bu. Yoksa kimseye bir düşmanlığımız yoktu.

O dönem Konya Gençlik Spor Müdürü ki liseden beden eğitimi öğretmenimdi ve daha sonra federasyonda da görev aldı, Bulgaristan”a giden milli takımımızın da kafile yöneticisi olan Tezcan Uzcan dı. CHP'liydi.
Kendisine milli takıma gitmeyeceğimizi ilettik. Gerekçemiz Hocamız Seyit Kırmızı’nın görevden alınmasıydı. 
O göreve gelene kadar pedal basmayacağız dedik ve arkadaşlarla Konya Stadın da bölge müdürlüğünün kapısında oturduk.
Oysa iki solcudan başka kimse bunun öncülüğünü falan yapmıyordu.
Bu gün herkes milli takıma gitmemek için can atabilir ama biz bizi yetiştirenin harcanmasına izin verecek yapıda sporcular değildik.
Hocanın görevden alınmasının gerekçesini de anlatmayım ki durum daha iyi anlaşılsın. 
Necmettin Erbakan Konya’da toplantı yapacakmış o dönemler. Her kuruma, kişilere davetiye gönderilmiş. Bunlardan biri de Seyit Hoca idi. Masasındaki davetiyeyi görmemişti bile. Ama o mahkum edilmiş, hem de mesai arkadaşları tarafından ihbar edilmişti. Seyit Hoca'nın mütedeyin olmasın dışında  ekmeğinden başka derdi yoktu ki.
Biz Bölge Müdürü Tezcan Hoca ile tartışırken öğrendik durumu. 
Oysa aynı davetiye İl müdürün masasında vardı. 
Ama fatura Seyit Hoca’ya kesilmişti.
Geri adım atmadık. 
Bize  “Sen solcusun niye Seyit’i savunuyorsun?” diyenler oldu. Onlar emeğin karşılığını bilmedikleri gibi insana emek vermiş de değillerdi.
Biz Hocamızı bırakmadık ve geri görevine gelmesini sağladık.
Aradan yıllar geçti biz hala Hoca ile dostuz evlat baba gibi. Dünyaya da aynı bakmıyoruz geçmişte olduğu gibi.  
Ancak ortak bir yanımız var. Hak vicdan, emek ve adalet…
Tüm meselede bunlardan ibaret ...



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.