Efsaneler : SEYİT KIRMIZI (KÖYLÜ!)


 


Türk Bisiklet ailesinde kimilerine “Lakap” , “Ad” takmak kimin işidir bilmem ama kiminin “Öteleştirmek” için takıldığına inanırım. Küçümsemeye, gizli çekemezliğe bir kılıftır bu.
Kocakafa, Cimondi, Tahtabacak, Apollo, Çingene, Köylü vs…
Bende büyük emeği olan Seyit Kırmızı’ya da takılan ad “KÖYLÜ” dür…
O bundan hiç rahatsız olmamıştır.
Hani “Milletin Efendisi” olarak bildiğimiz köylü…
O da aslında bisikletimizin efendisidir…
Onurlu, haksızlıklara bir o kadar asabi ve doğru bildiğini söylemekten asla geri durmayan bir köylü…
Bulgaristan’a milli takımla gittiğimizde gümrükte görevli Bulgarlar Türkçe olarak “Köylü, köylü” diyorlardı… Önce şaşırmış, “Bunlar bizi köylü mü sanıyor? “ diye tepki göstermiştim içten içe. Sonradan anladım ki yıllar sonra bile Bulgaristan’da ki yarışlarda iz bırakan SEYİT KIRMIZI’yı soruyorlarmış. Kimi ağabeylerimizin kıskançlık halleri aslında yüzlerinden okunuyordu. Oysa Kırmızı, yoktu aramızda…
Seyit Kırmızı namı diğer “KÖYLÜ” hiçbir zaman mevki, makam, protokol, nam, şan şöhret peşinde olmadı. Bunun yaşayan tanıklarından biriyim. Kimileri Türkiye Tur’larında görev (!) alabilmek için her türlü taklayı atarken o işiyle gücüyle meşguldü.
Hakikaten köylüydü. Hayvancılıkla, besilerle uğraşıyor, sadık yari toprağıyla haşır neşir oluyordu. İyi gözlemciydi.
Sessizliği haksızlıklara isyanıydı…
Seyit Kırmızı kayıtlara göre 1 Ocak 1950 tarihinde doğdu. 17-18 yaşında bisiklete başladı. İlk Ankara’ya yarışa götürülürken bindiği otomobilin içinde bacakları titriyordu. İlk kez gurbete çıkıyordu. Olanı biteni anlamaya çalışıyor, konuşulanlara anlamlar yüklemeye, adlandırmaya algılamaya gayret ediyordu.
-Makasta mola vereceğiz dediler otomobilde.
Düşünüyordu; ne makası? Terzi mi teneke makası mı diye.
Oysa bahsedilen Ankara-Konya yolundaki Kulu Makası’ydı. Orada anladı makasın yol sapağına, kavşağa verilen ad olduğunu.
Ankara’da yıldızsız otellerden birine yerleştiler.
Yemek için geldikleri lokanta da bir kuru bir pilav istedi. Ayağını yorganına göre uzatmayı çok erken yaşlarda öğrenmişti.
Yanında ki idarecilerden biri baktı, gülümsedi. Garsona seslendi. Kavurma, yoğur, tatlı vs. söyledi ve
-Şefim bunları Seyit yiyecek. Eğer yemezse parasını ondan alacaksın…. Deyiverdi.
Silip süpürdü Seyit Kırmızı tabaklardakini…
Karnı burnundaydı sanki. Hazmetmek için yürümek istediğini belirttiğinde tembih ettiler; Fazla uzaklaşma diye.
O uzun inci bir yoldaydı bisiklete başlamakla… Adımlamaya başladı. Kendine göre kerterizler belirliyordu: Bu demir kapı, şu sokak, şuradan dönülecek vs…
Koskoca bir parkın içinden yürüdü geceleyin… Hiç böyle yer görmemişti. Gençlik Parkı’ydı adımladığı yer. Karanlıkta ateşböceklerini andıran lambaların arasında sanki tahmin edemeyeceği istikbaline doğru ilerliyordu...
Vakit epey geçmişti ama o adımlıyordu… Bir yerden döndü…
Bu sırada oteldeki idareci ve sporcular telaşlanmıştı. Nereye kaybolmuştu bu Kırmızı…
Otele kerterizlerini takip ederek döndüğünde idarecilerin gergin suratlarıyla karşılaştı.
-Neredesin oğlum? Başına bir şey geldi sandık diye çıkıştılar.
O ise utangaç bir halde;
-Yürüdüm. Koca kapılı bir yerden geçtim ve ata binmiş adamın oradan döndüm geldim…
Bir sessizlik ardından kahkahalar koptu…
-Nereden döndün nereden?
-Ata binmiş adamın oradan döndüm…
Tekrar tekrar soruyorlar anlattırıp gülüyorlardı.
Kırmızı, Ulus’a kadar yürümüş Atatürk Heykeli’nin oradan dönüp Gençlik Parkı’nın içinden gelmişti otele.
Bu saf Anadolu çocuğunun ilk tanışmasıydı gurbetle.
Kendi gibi kimse de bilmiyordu onun gelecekte Balkanlarda ortalığı kasıp kavuracağını… Turlarda ki yayınlarda değinilmese de Akdeniz Turu’nun yanı sıra uluslararası turnuva ve yarışlarda dereceleri toplayıp bisiklet Milli Takımının değişmez sporcusu olacağını…
Ve yine bilemez di, bilinmezdi yurtdışında kazanacağı uluslararası bir turda yaşayacaklarını, yokuşun zirvesinde elleri ayakları, parmakları kardan tipiden, soğuktan donmuş halde pedal basarken yaşayacağı ilgisizliğe isyan bayrağını açıp o turda bir daha binmemek üzere bisiklet sporunu bırakacağını, bıraktırılacağını….
O ki; dünyanın bir başka ülkesinde bisiklet sporu yapsaydı, heykelinin dikileceğini, ulusal kahraman ilan edileceğine hayıflanmayacak kadar onurlu köylü, bizler içinse “Bisikletin Efendisi” ydi…
Sevgili Hocam iyi ki varsın… Yaşadıklarınızı yaşaya gelen kuşaklar olduk… Siz, biz değil bunları yaşatanlar utansın…
Biliyoruz; utanmazların tükürülecek kadar bile yüzlerinin olmadığını…
Biliyoruz; aymazların aymazlıklarını…
Biliyoruz; menfaat denen çıkar ilişkileri uğruna bisiklet sporumuzun lastiğini patlatıp, pedalını, zincirini kıran, vites ayarlarını bozanları…
Ve biliyoruz ki; bisikletimizin tarihini hak, adalet, vicdanı kapsayan spor ahlakı ve dayanışmaya inananlar yazacak…
Nice yarınlara Ustam, hocam, ağabeyim….


Mehmet BÜYÜKARI-ANTALYA

7 HAZİRAN 2014




Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.